top of page

Bir Piyanistin Perspektifi: Röportaj: Burcu Arpacıoğlu 

  • Yazarın fotoğrafı: Zerrin İrem Akbay
    Zerrin İrem Akbay
  • 31 Oca
  • 3 dakikada okunur

Opera Latte’nin yıldızlarından Piyanist / Piyano Öğretmeni Burcu Arpacıoğlu ile müziğin büyüleyici yolculuğuna dair keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. 


Burcu Arpacıoğlu kimdir? Bize biraz kendinizden bahseder misin?

Anneannemin babası olan büyük dedem Halit Recep Arman’dan başlayarak,her neslinde okullu veya alaylı müzisyenler olan bir aileden geliyorum. Kendisi Türk bandosunun kurucularından,sayısız marş ve farklı türlerde de müzikler bestelemiş, hatta Afganistan milli marşını yazmış bir besteci ve flüt sanatçısı. Ailede bildiğimiz kadarıyla onunla başlayan müzisyenlik, çocukları,torunları ve torun çocuklarıyla devam etmiş. Bana en yakın olarak,anneannem harika bir sese ve müzik kulağına sahipti, çok güzel şarkı söylerdi. Babam (ki,annemle teyze çocukları olduklarından aynı ailenin torunları oluyorlar), doğaçlama olarak harika piyano ve akordeon çalardı. Eline enstrümanını aldığında saatlerce devam edebilirdi. Benim kuşağımda ise iki kuzenim arp ve klarnet dallarında akademisyen olarak çalışmaya devam ediyorlar. Beni ilkokulla birlikte yarı zamanlı eğitimiyle konservatuvara vermelerinin bir sebebi de,o kuzenlerimin de konservatuvarda okuyor olmaları.

İlkokul 3. sınıfla birlikte Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet

Konservatuvarı’nda yarı zamanlı piyano bölümüne girdim. Orta okulda tam zamanlı eğitime geçerek,lise ve üniversite boyunca konservatuvarda okudum. Üniversite yıllarımda özel ders vererek piyano öğretmenliği yapmaya da başladım ve bunu çok sevdiğimi fark ettim. Okuldan sonra da kariyer olarak hep öğretmenliğe yöneldim. Yine okulda da aldığımız eğitimler sırasında,piyanist

olarak solistlikten çok,oda müziği gruplarında yer almak ve korrepetisyon dallarından keyif aldığımı fark ettim ve buna da yönelmeye çalıştım. Şu anda öğretmen olarak 25 yıla gelen bir geçmişim var ve 2018 yılından beri de soprano Ekin Naz Kaptan ile kurduğumuz Opera Latte’nin piyanistliğini yapmaktayım.


Piyanonun başına geçtiğinizde nasıl bir hisse bürünüyorsunuz içinizdeki o etkiyi tanımlamanızı istesem neler söylersiniz? Nasıl bir his?

Piyanonun başına geçmek,herşeyden önce tanıdık bir yere dönmek gibi. Ama yeni bir eseri çalışmaya başlayacağım zamanda da insanın midesinde kelebekler uçuran bir hissi var. Notayı önüme koyduğumda,içine şöyle bir göz gezdirdiğimde,aklımdan geçenler genelde;

‘hımmmm,bakalım bunun altından neler çıkacak?’ tarzında oluyor. Çünkü bir notayı henüz çalmadan okuduğunuzda ve sonra çalmaya başladığınızda içinden katman katman farklılıklar çıkar. Evet,önümüzdeki notayı çalarız ama asla tek boyutlu bir şey değildir bir eseri çalmak, çalışmak.


Piyano çalmaya ilk başladığınız yıllarda sizi en çok etkileyen eser hangisiydi?

Buna tek bir eser değil de,müzikteki bir dönem olarak cevap vermem daha doğru olur. Çalmaktan en keyif aldığım eserler hep Barok dönem eserleri olmuştur. Tabii, Barok dediğimde de kast ettiğim besteci Bach olacaktır. Öğrenci olarak çalınabilecek en küçük eserlerinden konçertolarına,süitlerine varıncaya dek en etkilendiğim besteci Bach diyebilirim.


Piyanist olmak için teknik mi duygu mu yoksa her ikisi de mi olmalı?

Kesinlikle teknik ve duygunun ikisinin de olması gerekiyor. Bir enstrümanda teknik, öncelikle elimizdeki çalgıdan tüm kapasitesiyle yararlanabilmemizi sağlıyor. Yanlış bir teknik bir yerden sonra çok fena önümüzü tıkayacaktır.

Duygu ise;yorumculuk dediğimiz,kendimize has bazı dokunuşlarla eseri dinleyiciye ulaştırmamızı sağlıyor.Tabii ki her eserin çalınması gereken belli bir tarzı var ama tekniğiniz mükemmel de olsa,içindeki duyguyu ortaya çıkartamazsak sadece doğru tuşlara basan bir piyanist kalıyor ortada.


İlk sahne deneyiminiz nasıldı? O an ne hissettiniz? Her seferinde aynı hisler oluyor mu?

İlk sahne deneyimim okul içi konserlerle oldu.Ve tabii ki hissettiğim şey, çokça heyecan.İnsan sahneye çıktıkça tabii ki o heyecana hakim olmayı,onunla yol almayı öğrenmeye başlıyor.Bir gün heyecan bitiyor mu? Bence hayır :) Ama heyecan tek başına olan birşey değil sahnede.İçinde her şeyden önce keyif var,mutluluk var.Sevdiğimiz bir şeyi yapıyor olmanın getirdiği bir his var.O yüzden bu güzel heyecanın kaybolmasını hiç istemem.


Müziğin insanları nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz? Bir piyanist olarak bu konudaki görüşlerinizi merak ediyorum.

Müzik hayatımızın her anında baş köşede. Bazen özellikle müzisyen olmayan

kişilerin, etraflarındaki müziği fark etmediklerini görüyorum. Belki de biz müzisyenlerin, müziği sadece sakince oturup dinleyemememizden ileri gelen bir şey bu. Ama kulak verdiğinizde müzik sizi her şeyiyle içine alır ve yalnızca eğlendirmez de. Sizi iyileştirir, bir bakıma tedavi de eder bence. Klasik müziğin teorisini de eğer biraz biliyorsanız, o kadar katmanlı birşeydir ki, içindeki

matematiği keşfettikçe de çok şaşırırsınız. Kısacası; ”Müziksiz bir hayat,hatadır…”.


Sizce piyano aşk ve duyguları ifade etmenin en etkili yollarından biri mi?

Piyano, çalgısal kapasitesi sayesinde tüm çalgıların sınırlarını içine alabilen bir enstrüman. Tabii ki farklı çalgıların ses renkleri ayrı bir konu ama, piyano içine aldığı bu kocaman dünyayla istediğiniz her duyguyu çok iyi yansıtabileceğiniz bir çalgı. Özellikle aşk veya romantik, melankolik duygulardan bahsedersek, Chopin’in Nocturne’lerinde mesela inanılmaz bir duygu aktarımı bulabilirsiniz.


Son olarak, 14 Şubat için piyano repertuarınızdan en romantik bulduğunuz 3 eseri bizimle paylaşır mısınız?

Piyanoda en romantik eserler deyince ilk aklıma gelen yine Chopin oluyor doğrusu.Özellikle Nocturne’lerinin yeri bence apayrı.

2. olarak; Çaykovski’nin The Seasons adlı eserinden June ve October beni hep çok etkilemiştir.

3. eser de Debussy’nin Clair de Lune eseridir benim için.


Eklemek istedikleriniz,

Bu röportaj ile bana kendimi anlatma,tanıtma fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür

ederim. Hayatımızda hep güzel müzikler olsun dileğiyle…


Comments


ZİA ONLINE -PNG.png

Tüm hakları saklıdır © 2021 ZİA ONLINE

bottom of page